Tefekkür ve tezekkür, İslam düşüncesinde akıl ve kalbin işleyişini anlamaya yönelik temel kavramlar arasında yer alır. Allah’ın insanlara lutfettiği en büyük nimetlerden biri de akıldır. Akıl; hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, faydalı olanı zararlı olandan ayırt etmemiz için bize ihsan edilmiş üstün bir meziyettir. İnsan bu sayede Allah’ın ayetlerini kavrayıp hayatına anlam kazandırır ve kötülükten sakınıp iyiliğe yönelir.
Aklın işleyişinin meyvesi ; tefekkürdür. Kelime olarak “düşünce, düşünme ve düşünüş” gibi anlamlara gelen tefekkür, Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 150 ayette “taakkül, tedebbür, tezekkür ve tefekkür” gibi mefhumlarla zikredilip ; Allah’ın azametini kavramaya yönelten bir ibadet biçimi olarak öne çıkar. İslam dininde günahlarını, evreni, varlıkları, doğayı, yaratıkları vb. konular ile kendini ve Allah’ı düşünmek olarak tarif edilebilir. Bizler tefekkür ederek yaradılış gayemizi, Allah’a kulluğun önemini, vaktin kıymetini ve salih amelin değerini idrak ederiz. Kainattaki eşsiz dengenin ve sayısız nimetin farkına varırız. Göklerin ve yerin, dağların ve denizlerin, ay ve güneşin, bilinen ve bilinmeyen nice güzelliklerin yaratılışındaki hikmeti kavrarız. Yüce Rabbimiz bizden ısrarla hem kendimizi hem tabiatı tefekkür etmemizi ister.
Tefekkür zihni bir faaliyet olarak başlar sonrasında kalbi ve ruhi bir fonksiyon haline gelir. Bir zihin eylemi olarak yaşanan ve matlubun aranması şeklinde değerlendirilen tefekkürü bir kalp eylemi olan tezekkür takip eder. Bir şeyi unuttuktan sonra hatırlamak ve ibret almak manalarına gelen tezekkür; bir düşünceyi veya teklifi kabul ya da reddetmeden önce onu iyice değerlendirme anlamına gelir. Tezekkür tefekkürden daha derindir. Tefekküre göre tezekkür, arzu edilen bir şeyi aradıktan sonra tekrar elde etmeye benzer. Tefekkürle elde edilen manalar tezekkürle daha berrak bir hale gelir. İnsandaki tefekkür gücü bir şeyle ne kadar meşgul olursa insan da onu tanıma arzusu ve tezekkür o kadar artar.
Kullukta ve ibadetlerde bulunması gereken en önemli esaslar; niyet, ihlâs ve samimiyettir. Diğer bir ifade ile kulluk ve ibadetleri ihsan şuuru ile yapmaktır. Bu Rabbimizin kullarından isteğidir.
“(Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et.” (Zümer, 39/2)
“De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emir olundu.” (Zümer, 39/11) Hz. Peygamber (sav) de “İhsan nedir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir…” (Buhari, “İman”,37)
O halde, kullukta ve özelde ibadetlerde bulunması gerekenler; ihlâs, samimiyet ve ihsan içerisinde olmalıdır. Bunları sağlayan en önemli hasletlerde “tezekkür ve tefekkür” dür. Bu iki kavram, Kur’an’da çokça zikredilen ve bizlerin de her daim kendileriyle hemhal olmamız istenen şuurluluk halidir. Tezekkür ve tefekkürün mahalli akıl ve kalptir. Aklın ve kalbin yaratılışına uygun olarak işlevini yerine getirmeleri; tezekkür, tefekkür olarak ortaya çıkmaktadır.
Aklın ibadeti olarak ta kabul edilen “tezekkür ve tefekkür” başlı başına müstakil bir ibadet şeklidir. Kalbin ve aklın diri ve uyanık olma halidir. Rabbimize yakın olma vesilesidir.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” (Buhârî, “Deavât”, 66) .Önemine binaen Rabbimiz, zikrin çokça yapılmasını, zikirden yüz çevrilmemesi gerektiğini, mal ve evlatların kişileri zikirden alıkoymaması gibi hususlarda da uyarılar yapmaktadır.
“Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır.” (Münafikun, 63/9)
Sonuç olarak, tefekkür ve tezekkür, İslam düşüncesinde akıl ve kalbin işlevini tamamlayan, insanı derin bir bilinç ve idrake yönelten ibadetlerdir. Kur’an’ın rehberliğinde tefekkür ve tezekkürle donatılmış bir yaşam, insanı ruhsal olgunluğa eriştirirken, kulluk bilincini pekiştirir ve Allah’a olan yakınlığı artırır.